Özel Arama
Yusuf Harputlu - Yalanmış.




Nasılda inandım
Nasılda kandım
Bir ömür seninle sürecek sandım
Delice sevmiştim
Bak nasıl yanıldım
O kadar acımasız
Bu kadarmı insafsızdın?
Ayrılığın acısını kalbime kazdın..




Yalanmış yalan yalan
Ettiğin o yeminlerin
Yalanmış yalan yalan
O sahte sevmelerin
Kollarımda uyanıp
Sarılıp öpmelerin
Yalanmış yalanmış yalanmış..

Şiir:

Olmaz dediğim oldu ya
Boşver bırak olsun
Kalbimde açan çiçek soldu ya
Bırak solsun
Olsun be gülüm olsun
Senin sevdan senin aşkın yalanmış demek
Hadi git git yolun açık olsun...




Yalanmış yalan yalan
Ettiğin o yeminlerin
Yalanmış yalan yalan
O sahte sevmelerin
Kollarımda uyanıp
Sarılıp öpmelerin
Yalanmış yalanmışş yalanmışş..



Yusuf Harputlu - Sevme Gonlüm.



Sevda Bilmez Bir Zalimi Nasıl Sevmişim 
Uğruna Şu Gençliğimi Ziyan Etmişim 
Ne Halden Anlıyor Zalim Ne Söz Dinliyor 
Yalvardım Yakardım Dostlar Geri Dönmüyor 
Sevme Gönlüm Sevme Sevme O Yar Değmezki 



Boşu Boşuna Bekleme Geri Gelmezki 
Unut Gitsin O Zalimi O Vicdansızı 
Yanma Yanma Yanma Gönlüm Boşu Boşuna 
Her Gece Sen Gözlerimden Yaş Olup Aktın 
Hasretini Zincir Gibi Boynuma Taktın 
Bu Canımı Ateşlere Atıpda Yaktın 
Yeter Gönlüm Yeter Artık Gücüm Kalmadı 
Sevme Gönlüm Sevme Sevme O Yar Değmezki 
Boşu Boşuna Bekleme Geri Gelmezki 
Unut Gitsin O Zalimi O Vicdansızı 
Yanma Yanma Yanma Gönlüm Boşu Boşuna


Olur Ya Bir Gün Gelirsin Diye.




Bana çok uzaksın ama ben yine de her akşam camın önünde bekliyorum
Geçmeyeceğini bile bile seni bekliyorum o kapkara perdenin arkasından
Evimin yolunu bile bilmiyorsun belki ama kapının önüne güller döküyorum
En son giydiğin geceliği ,yattığın yastığı bile kaldırmadım yatağımdan

Yokluğunun farkına varmamak için gittiğin günden beri ışıkları yakmıyorum
Pencereleri açmıyorum duvarlara sinmiş kokunu rüzgar götürmesin diye
Sana ait ne varsa hepsi salonun ortasında ama hiç birine bakamıyorum
Sadece sevdiğin şarkıları çalıyorum olur ya gelirsen bana eşlik edersin diye


Özdemir Gürcan.
Zamanla Tanırsın İnsanları.



zamanla tanırsın insanları
 yiter hayallerin birer birer 
 gerçeği görüp nefreti tadarsın zamanla 

 günler geçer saymazsın
 sonu yokmuş gibi yaşarsın
 geceler mezar olur dalarsın uykuya

 nefes al nefes ver nefes al nefes ver
 gün olur herşey biter 

 bu adam gitti gider
 yorgun argın
 usulca burdan göçer
 kırgın üzgün 
 bu adam gitti gider
 yorgun argın 
 usulca burdan göçer

 çocukken kurduğun hayaller 
 tükenir gider birer birer
 ne bir umut kalır nede keyif zamanla

 eskiyen bi saat gibi
 aynı yönde dönüp duran
 yirmidört saatte bir vuran aynı noktaya

 nefes al nefes ver nefes al nefes ver
 gün olur herşey biter

 bu adam gitti gider
 yorgun argın 
 usulca burdan göçer
 kırgın üzgün
 bu adam gitti gider 
 yorgun argın 
 usulca burdan göçer




Hayal İşte Umut İşte.

 Varsın bir hayal olsun,
Gönlümde yeşeren ne varsa.
Kalsın geride
Yaşanan ne varsa
Ve hezeyanlarım,
Tüm çekincelerim,
Hayata dair ve sana,
Silinsin kötü anılar.

Mutluluk adı altındaki
Bu eşsiz yolculukta,
Bir tek ben olayım
Sevgiye hükmeden
Ve sevgiyle yoğrulsun
Yaşadığım evren.
Ne varsa içimden gelen
Gerçek olsun.




Sıcacık bir yaz günü
Güneşin sıcağı kavursun gönülleri;
Aşk ateşiyle
Nefreti silsin zihinlerden.
Bağışlayıcı, şefkat dolu olsun
Yaşayan her kim varsa
Ve hayat daim olsun,
Sürüp gitsin
Sevginin, sevilmenin sıcağında.




Kenetlensin tüm eller;
Başrolde 
Mutluluk ve neşe
Hüküm sürsün;
Unutulsun sonsuza değin
İsmi, cismi ölümün.

Yaşlanmasın yüzler,
Ağarmasın saçlar
Asla ağlamasın analar...
Değil bir gün,
Yaşansın tüm ömür
Hisler çağlasın
Gürül gürül.

Olur ya, gerçekleşirse
Ahir ömrümde;
Gerçekleşmeyeceğini bilsem bile;
Hayal işte,
Umut işte...


Gülüm Çamlısoy.


Bir Özlemek Düşün Kal Öylece.

gidiyorum 
bu zifir bu zindan 
bu gözlerimi işleyen katran senin

sana toprak bırakamam
hürriyet vadedemem
bu azadlıktan bir saltanat düşün
ardımda bir avuç gökyüzü
tavana asılmış küçük pencere
umudun kuşları yüksekte 
başını kanatlarının arasına almış ağlayan anneler
gagasında sus mührü yüreği buz kesen babalar düşün
hepsinin gözünden gönlünden beni biç
tunçtan bir heykel
gözleri cehennem
ruhu cennet
kıyamı haşrı ve sıratı düşün
o mahşerin bağrında
kefeni ayaklarına dolanmış seni soran beni düşün
hüzne mıhlanmış voltalarda
mum ışığı yüzümden 
bir kainatı söndürmek senin
üzgün izmaritler eşliğinde
kültablanda küskün bakışlarımı düşün
kal öylece
içinde bir gül boy versin...


ben küskünüm...
bana yazmadığın mektupları düşün şimdi
dilinin ucunda süslemediğin sözleri düşün
dün gece habersiz bıraktın
yarın yine habersizim
yokluğunda kahırda bıraktığın tüm zamanları düşün
sensizliğin dar ağacına gözlerimi nasılda vakfettiğini düşün
vicdanını merhametini
ve benim sadakatimi düşün
dudağında bir gül boy versin
kal öylece...

diyebilir misin şimdi
çok sevmiştim 
diyebilir misin özlemiştim
diyemeyeceğin tüm sözleri düşün
ve umudum boyu sus
içinde sükutun denizleri
üzerinde yüreğimin sandalları
dalgalara verişini düşün
beni de kıyıda bir anne bekler, dili dualı
bir baba içinde ızdırabın dağı taşı
bu çölü geri verirken ellerine
sende kalan serveti düşün
kal öylece
dudağında bir gül boy versin

şimdi özlemek benim
ağlamak ben
sinesine gurbet bıraktığım yar için
gözümü içime kırıp
bulutları sessizce çıldırmak
rahmet benim
bereket benim

yamaçlarında ayrılık koşuyor
gurbetten serilmiş hasır
dizini kırıp oturmak benim
dünyanın şaşaasını koy bir yana
bir taşın bağrına koymuş başını
sevgilim 
sevgilim
sevgilim diyen beni düşün...
kal öylece
yüzünde bir gül boy versin
gülümse 
gülümse...



Özge Özgen.


Yokluğun İçimde Büyütür Aşkın Gözyaşını.

 Uçun kuşlar uçun
sevda yeminlerine 
gidin gözyaşlarıyla sıcak ülkelere 

koş ölüm gibi ayrılığın dudağında öp
duran donmuş sevdalar susayan ayrılıklar
görünmüyor yaşamın ölümden kalan hatıraları 

şimdi konuştu yürek sularım 
uzak dıyarların fırtınaları esiyor gönül sularımda
ölüm haberi tez gelir sevdaya duran acılar
hüzünleri at gitsin gülüşlerine k/al

ayrılığın sesinden öpsem 
ölsem görsem yüzünün baharını görsem
ölüm gelsin benden sonrası sana haram

şimdi nerde olduğun 
belli olmayan gecelerin ışığında özlerim
yürüdüğüm kaldırım taşları ağlıyordu yokluğunda
tenha köşelerde ıslağı gözüne kalan yar

bir ışık yok 
körü körüne seni aradım 
baharı gül kokan bahçelerde 

kör olsanda ışıkla yola çık 
annem derdi yaşamın en güzeliyken 
yürü karşında gelen görsün seni aydınlığı rojda gecelerde 

adresin 
yolun yolcusu 
sevdanın son aşkın en derin sancılarını topladım 
deniz yorgunu sevdama 

merhaba de 
bir selam söyle s/onsuzluğuna 
gitme gel yorgün gözler seni s/ayıklıyor 

yoruldum mavili sularda ışığın yüreğimin sularına saçıyor
hüznün acısı vuruyor yüzümün rojdasına 
sensizliğin içimde büyütür aşkın gözyaşlarını 



Mustafa Gözetlik.


Günahını Sevdiğim.

 Nereye baksam suretin düşer 
Gözlerin var siyahını sevdiğim
Elimi tutmuştun bir yağmurda
Utangaçtın günahını sevdiğim

Ruhumda depremdi susuşun
Yoruldum çıkılmıyor yokuşun
Hiçbir vedaya benzemedi gidişin
Gururlusun eyvahını sevdiğim



Nuh Keniş.


Bağla Beni Kalbine.

bağla beni kalbine..
geçeyim damar gibi içinden.
hissedeyim sıcaklığını...
ışık olup çıkayım gözlerinden

bir nazar boncugu gibi,
tak beni sinene..
koruyayım kem gözlerden seni,
dilerim düşerim ellerine...

bir toka olayım saçlarında,
tutunduğumu bileyim...
sert esen rüzgarla,
savrulup savrulup gideyim...

Cuma Deniz Turak.


Elveda.

Diyorum;
Sefası bitti ömrümün,
Şimdi dağa çıkarım, düze elveda.
Düze duman çöker, düze kar yağar,
Bahara elveda, yaza elveda...

Bahtiyar;
Derinde sızlayıp yaran,
Kalbini dağlayıp üzer herzaman.
Göze hüzün çöker, göze yaş dolar,
Sevince elveda, düşe elveda...

Şimdi özkökünden süzülen benim,
Özge budaklara dizilen benim,
Şimdi ne sen sensin ne de ben benim,
Biz ki biz değiliz bize elveda.


Aşk Ölümcül Bir Hülyadır.

Hülya tatlı bir andır 
Süzülür dibine selvi ağaçlarının 
Zambakların, sevda çimenlerinin. 
Dağlarda duman duman tütüyor sıla 
Sıla da garibin omuzlarına 
Güvercin gibi konan 
Sadağında mumçiçeği serzeniş 
Mızrakları cazibesiyle kıran 
Saçları darmadağın 
Bitişik bir hicrandır. 
Ne fettan sarayların 
Bitişik cilvekar yalnızlığı 
Ne de bezirganları küçümseyen sultandır. 
Gezinir içimizde hülya tatlı bir andır. 
Ne gün başımı alıp gitsen karanlıklara 
Çıkıyor bir köşeden karşıma kelebekler 
Onlar da bir derbeder gibi mahrum öteden 
Onlar da tanyerine bakıp hülyayı bekler. 
Beyhude hekimlerin ülkesinde bir şehir 
Çıkmaz sokaklarını düşlerimize açan 
Bir sahura yıldızı gibi göklerde uçan 
Köpüksüz anıların sihriyle akan nehir 
Varlığı bestenigar, yokluğun deniz gibi 
Gönül,safkan bir vefa atlasında şahlanır. 
Asil fırtınalarda kaybolan bir iz gibi 
Çölde aşk suretinde bir ahu peydahlanır. 
Kum,yaldızlı giysiler içinde meşhur güzel 
Ay öper eğilerek çölün yanaklarını 
Ufukların delisi, soluk bir deniz gibi 
Bir sayeban altında yürür hazinesine 
Kah takılır uzaktan bir belanın sesine 
Kah yüzü yıldızlara benzeyen bir rüyadır. 
Bin tepede bayrağı dalgalanır Leyla'nın 
Oysa aşk,karanlıkta ölümcül bir hülyadır.

Nurullah Genç.


Aşk Yarası.

Yüreğimden aşk kurşunu yedim ben 
Doktor ağlar, merhem ağlar yarama. 
Dilekçemi gökyüzüne verdim ben 
Yağmur ağlar, meltem ağlar yarama. 

Gözyaşları kiripiklere dizilir 
Damla damla yanaklara süzülür 
Ruh röntgenim duygulara çizilir 
Zülüf ağlar, perçem ağlar yarama. 

Yazan kalem kesin yazmış fermanı 
Kimse sorsam ''yoktur'' diyor dermanı 
Anlatsam çıldırtır dağı - ormanı 
Yangın ağlar, deprem ağlar yarama. 

Aşk yarası ilaç kabul etmezmiş 
Bir gelirse daha dönüp gitmezmiş 
Tıb ilminin aklı fikri yetmezmiş 
Hatip ağlar, ebkem ağlar yarama... 



Abdurrahim Karakoç.


Aşk Cefâ Ülkesinde Umudun Rüyasıdır.

aşk ölümcül bir hülyadır 
anlayamadığım 
ey sarı gök bulutu, ey ıstırab gülşeni 
son bir karanfil gibi 
taşıyacağım seni 
kalbimin hüsnüyusuf mahrem bahçelerinde 
derindesin, rüya kadar derinde 

aşk ipek bir karanlıktır 
kollayamadığım 
gecenin bir vaktinde gelen çiçekler için 
tenhâsında kuşlar uçan 
sulara karışıp akmak isterim 
kan çölünün ıssız vâhalarından 
saâdet burcuna çıkmak isterim 
gitmeliyim buralardan seninle 
kalırsam, surları yıkmak isterim 

aşk gizemli bir şarkıdır 
dinleyemediğim 
ayrılığın arkasından duyulan 
gün doğuyor, neden gülemiyorum 
siyah bir tanyerinde 
beklemek yakışmaz bana geceyi 
eylül mü vurdu güllerimi, bilemiyorum 

aşk isyankâr bir korkudur 
sonlayamadığım 
gece yolculuğuna takılır ayakları 
özlem beyaz bir gül, açar bağrında 
yâr kokusu yayılsın diye kaldırımlara 
ölü ve gözüyaşlı bırakır çocukları 
arıbeyi konunca ruhun zümrüt taşına 
mor gülüşlü haramî çıkar dağlar başına 
diriltir sarı saçlı, kırılgan aynaları 

aşk veremli bir türküdür 
söyleyemediğim 
nağmeleri doruklardan yayılan 
anılar sehpasında 
takıyor boynumuza kırmızı urganları 
kötürüm bir vâdide geziyor kurbanları 
her aşkı dâre çeken vefâsız leylâsıdır 
alır avuçlarına, öper ısırganları 
aşk cefâ ülkesinde umudun rüyasıdır

Nurullah Genç.


Mutlu Aşk Yoktur.

İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman 
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini 
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi 
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi 
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an 
Mutlu aşk yoktur 

Hayatı Bu silahsız askerlere benzer 
Bir başka kader için giyinip kuşanan 
Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan 
Onlar ki akşamları aylak kararsız insan 
Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter 
Mutlu aşk yoktur 

Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim 
İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi 
Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri 
Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri 
Ve hemen can verdiler iri gözlerin için 
Mutlu aşk yoktur 

Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye 
Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek 
En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek 
Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek 
Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine 
Mutlu aşk yoktur 

Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin 
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara 
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda 
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da 
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin 
Mutlu aşk yoktur ama 
Böyledir ikimizin aşkı da



Louis Aragon.

Küsmek Nedir Bilir Misin?


Küsmek nedir bilir misin?
Küsmek dürüst'lüktür
Çocukçadır ve ondan dolayı Saf'tır
Yalan'sızdır
Küsmek; Seni seviyorum'dur
Vazgeçememektir
Beni anlatır Küsmek
Kızdım ama hala buradayımdır, gitmiyorumdur, gidemiyorumdur
Küsmek nazlanmaktır, yakın bulmaktır, benim için değerlisindir.
Küsmek sevdiğini söyle demektir
Hadi anla demektir
Küsmek; umutttur
Acabaları bitirmektir
Emin olmaktır
Yani diyeceğim o ki:
Ben sana küsüm...

Nazım HİKMET



Sen ve Sensizlik.


...Sen ve sensizlik kavramıyla ilgili düşündüklerim....

Sen ve Sensizlik

Sen ve Senziklik, Aslında birbirleri ile tezat olan iki kelime... bu sadece iki kelime senin,benim hayatımdaki etkini anlatıyor.

Sen ve Sensizlik,Hani dile kolay derler ya işte böyle;Dile kolay! ancak bu iki kelimenin "Ateş Düştüğü Yeri Yakar" deyiminin kati surette bana etkisinin olduğu bu iki kelime...!!!

Sensiz ben,Artık sensiz ben istermiyor

Sen,sabahı olmayan şehrin sokak lambarına benziyorsun,sokağımı aydınlatan lambaya benziyorsun;daima sokağımı aydınlatan,korku dolu geceleri engelleyen lambaya benziyorsun...
 Sensizlik ise lambası sönmüş,tek başına karanlıktan korkan bir çocuk, sesini çıkaramayan,kımıldayamayan çocuk...

Ben böyle çaresiz çocuk gibi korkak,ürkek.. sen ise o sokak lambası gibi evimi aydınlatan aydınlık! haydi yan, haydi yanda;korkum,ürkekliğim gitsin artık.


Martılar Niçin Denizler Üzerinde Uçar?


Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir
 ülke varmış. Tabi her masalda olduğu gibi bu
 masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir
 de prensesi varmış. Prenses dünyalar güzeli bir
 kızmış. Kralın emri ile her gün prenses dolaşmak
 için saray muhafızları ile birlikte sarayın
 dışına çıktığında ona bakmak yasakmış.

Halk onun dolaşmaya çıktığı ilan edildiğinde eğilir ve
 gözlerini kapatır, ya da evlerine kaçışırmış.
 Onu görmenin bedeli ölümle cezalandırılırmış.
 Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için
 çıktığında... Fakir bir köylü delikanlı
 iradesini yenememiş ve yavaşça başını kaldırıp
 prensese bakmış ve başını kaldıran fakir
 delikanlı ile prenses o anda göz göze
 gelmişler... Tabii ki... Tahmin edeceğiniz gibi
 fakir delikanlı pensese inanılmaz bir aşkla
 tutulmuş. Prensesin de o derin bakışlarının boş
 olmadığını düşün en fakir delikanlı günlerce
 uyuyamamış ve ölümü bile göze almak pahasına,
 prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış
 durmuş. Bu arada fakir delikanlıya da tutulan
 güzel prenses onun zarar görmemesi için günlerce
 kendini saraya kapatmış. Sonunda dayanamayan
 fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice
 sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile
 bir kere daha göz göze gelmişler. Fakir
 delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle
 konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış.
 Kralın karşısına götürülen delikanlı nasıl olsa
 ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala
 prensese duyduğu aşkını anlatmış. Kral ölüm
 emrini vereceği anda prensesin
 yalvarışlarına dayanamayarak fakir delikanlıya
 başka bir ceza vermeyi kabullenmiş

İŞTE HİKAYEMİZ DE ZATEN BURADA BAŞLIYOR.
 Hemen bir gemi hazırlattıran kral gidilebilecek
 en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir
 delikanlıyı da o adada
 yanlız yaşamaya mahkum etmiş...Aradan bir kaç ay
 geçmesine rağmen prensesi unutamayan fakir
 delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş
 ve martılara anlatmaya başlamış... Artık bütün
 martılar fakir delikanlının prensese olan
 aşkından haberdarmış. Sonunda martılar bile
 fakir delikanlıyı anlamış ve yazdığı mektupları
 prensese götürmeye başlamışlar... Ve zamanla
 prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir
 delikanlıya götüren martılar aracılığı ile
 aşkları iyice büyümüş; ta ki... Bir sabah
 sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin
 odasının penceresine ağzında bir
 mektupla konan martıyı kralın görmesine dek.
 Tabii korkulduğu gibi olmamış... Ağlayarak
 kızına sarılan kral, hayvanların bile bu aşkı
 anlarken kendisinin anlayamadığı için
 kendisinden utandığını söyleyerek prensese hemen
 bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip
 kendisi ile evlendireceğini söylemiş. Buna çok
 mutlu olan prenses hemen fakir
 delikanlıya bir mektup yazmış ve olanları
 anlatmış. Tabii bu arada mektubu götürmek için
 bekleyen martıya da her şeyi anlatarak bütün
 martıları düğünlerine çağırmış. Buna çok sevinen
 martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek
 için yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken yanından
 geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip
 hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için
 gagasını açtığında mektubun düştüğünü fark
 etmiş. Ve mektubu tüm martılar hep birlikte
 aramaya başlamışlar... Fakat bir türlü
 bulamamışlar. Bu arada prensesten mektup
 alamayan fakir delikanlı, yazmış olduğu
 mektupları göndermek için bir tek martı bile
 bulamamış... Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat
 yanına gitmiyorlar ve mektubu arıyorlarmış...
 Prensesin kendisini unuttuğunu yahut
 istemediğini sanan fakir delikanlı
 martıların onun için gelmediğini düşünerek,
 fenerden kendisini kayaların üzerine atarak
 intihar etmiş. Ve maalesef kralın
 gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk
 bedeni ile karşılaşmışlar...

İşte o gün bugündür, her şeyi düzeltmek için
 denizler üzerinde uçan martılar o mektubu
 ararlar. O mektubu bularak o inanılmaz sevgiyi
 ve her şeyi geri getireceklerini sanırlar ve bu
 yüzden de hep denizler üzerinde uçarlar...




Geçmiş Zaman Olur ki.


Vaktin birinde zarif bir lâl hanımefendi ile, naif bir lâl beyefendi lâtif bir izdivaç yapmışlar. Birbirlerine hürmet ile muamelede bulunup, sükût ile de mukâbelede bulunurlar imiş.

Lâkin hanımefendi sevgisini göstermekte beyefendi kadar cesur davranamaz, çekinir imiş.

Yıllar ve yıllar sonra her iki efendi de ihtiyarlamaya yüz tutmuş iken bir gün her ne oldu ve nasıl oldu ise beyefendi, hanımefendinin kalpcağızını incitmiş.

Hanımefendi de bu hâle içerlemiş bir miktar. Lâkin o kadar da zarif ki, içerlemişliğini zevcine bir türlü nasıl hissettireceğini bilememiş, bizlere göre en kestirme yol olan "surat asma" olayını hiç bilmiyormuş zâten : )

Bir akşam, yemeklerini yiyip de sıra kahvelerini içmeye gelince, hanımefendinin aklına bir fikir gelmiş; İkram eder iken kahvesini zevcine, bir gonca gül koyuvermiş fincanının yamacına. Beyefendi anlamış tabi hemen anlaması gerekeni...

Diyormuş ki hanımefendi, goncaya söz yükleyerek;

"Ey bey! Bu goncacağızın gül açmadan nâlâtif ellerce dalından koparılması gibi, sen de beni daha serpilmemiş bir genç hanımefendi iken evimden, ebeveynimden koparıp aldın, şimdi bir de beni incitiyor musun?"

Bakınız efendim, rikkat buyurunuz, bir gonca ile anlatılanlara, dahası anlaşılanlara bakınız. Pek zarif, pek hoş.

Tabii efendim, hanımefendi ne kadar hoş ise, beyefendi de aynı hoşlukta olduğundan sebep, gonca ile yapılan sitemin yanıtı da, yine ona yakışır şekilde olmuş.

Ertesi sabah bir uyanmış ki hanımefendi, baş ucunda bir demet fesleğen...

Diyormuş ki beyefendi cevâben;

"Ey hanım! Şu fesleğenin enfes kokusu gibi sen de pek hoş, pek lâtifsin, lâkin sana dokunulmadan (incitilmeden) hiç bir sevme ya da sevmeme gösterisinde bulunmuyorsun.Beni sevdiğini anlayamıyor idim, dedim ki, hiç değilse sevmediğini anlayayım, bu da yetsin bana, ne olur affet, işte bundan sebep incittim kalbini."

Lâl


Bir Gencin Ateşle İmtihanı.

Mecmau'l-Enhür sahibi Muhammed b. Süleyman, “Damat Efendi” lakabıyla meşhur olmuştur. Çünkü, bu iffet âbidesi, talebelik döneminde bir gece yarısı, mum ışığı altında ders çalışmaktadır. İlmî mütâlaalara daldığı bir esnada kapısı çalınır. O vakitte birinin gelmesinin hasıl ettiği hayret ve misafirin kimliği hakkındaki merakla hemen kapıyı açar. Karşısında genç ve güzel bir kızcağız durmaktadır. Misafir, yolunu kaybettiğini ve etrafta başka bir ışık göremediği için onun kapısını çalmaya mecbur kaldığını söyler. 

Genç talebe, misafirini geri çeviremez, onu gece karanlığına ve sokağın soğuğuna terkedemez, çaresizce kızı içeri alır. Ona oturup dinlenebileceği bir köşe gösterdikten sonra da sabaha kadar dersine çalışmaya devam eder. Utangaç ve gizli-saklı nazarlarla onu seyreden kızcağız, bu iffetli talebenin bir haline taaccüb eder; genç, arada bir parmağını önünde yanan mumun alevine tutmakta ve bir müddet öylece bekledikten sonra geri çekmektedir. Bir defa ile de yetinmemekte ve bunu ara ara sürekli tekrarlamaktadır. Bu hal üzere sabah olur. 

Gün ışıdıktan sonra genç kız oradan ayrılıp evine döner. Halkın yardımıyla yolunu bularak ulaştığı ev, Osmanlı vezirlerinden birinin sarayıdır; bu genç kız da, o vezirin kerimesidir. Saray halkı, ona geceyi nerede ve nasıl geçirdiğini merakla sorarlar; zira, bütün gece onu aramış ama bir türlü bulamamışlardır. Genç kız başından geçenleri, gördüklerini ve hususiyle de kendisini misafir eden talebenin tuhaf halini bir bir anlatır. Vezir, kızına yardım eden o genci sarayına davet eder ve niçin sabaha kadar elini yanan mumun üzerinde tuttuğunu ve elinin yanmasına sebep olduğunu sorar. Yusuf yüzlü genç, “Yolunu kaybettiği için kapımı çalan bir misafiri dışarıda bırakamazdım; bu sebeple onu kulübeme aldım. Nefsimin desiselerine karşı koyabilmek için de, elimi ara sıra mumun bana Cehennemi hatırlatan alevi üzerine koydum. Şeytan beni kandırmaya yeltendiğinde, parmağımı ateşe tutarak, nefsime cehennem azabını hatırlattım ve böylece yanlış bir şey yapmaktan kurtuldum.” 

Evet, hayırlı genç, bu iffet ve ismet şuuruyla ve ahirete kilitlenen gönlüyle o vezirin çok hoşuna giden ve teklifi kabul ederek o kızcağızla evlendikten sonra da “Damat Efendi” olarak anılagelen Muhammed b. Süleyman gibi, bu dünyanın cazibedar güzellikleri karşısında bakışı bulanmayan, gözü kaymayan, veraların verasını ebedî saadet diyarı sayan ve hep ona ulaşmayı düşünerek yaşayan insandır.

Şehvet gücünü iffetle, bilgi gücünü hikmetle, iktidar gücünü adaletle dengele.




Aşk Budur.

Genç adam o gün sevgilisiyle birlikte motorsiklet turu yapıyordu.Gezinti ilk başlarda çok güzeldi gencin sevgilisi için.Genç aşık ta sevgilisiyle birlikte zaman geçirmenin tadını çıkarıyordu.İşler yolunda gidiyordu ve tatlı bir mutluluk havası esiyordu aşk şehri Paris'te.Ama....

Genç adam o gün sevgilisiyle birlikte motorsiklet turu yapıyordu.Gezinti ilk başlarda çok güzeldi gencin sevgilisi için.Genç aşık ta sevgilisiyle birlikte zaman geçirmenin tadını çıkarıyordu.İşler yolunda gidiyordu ve tatlı bir mutluluk havası esiyordu aşk şehri Paris'te.Ama....Ancak bir süre sonra genç adam,gençliğin verdiği heyecanla hızlanmaya başladı.Kız bir süre sakin sakin durduktan sonra korkarak :
 " Sevgilim biraz yavaş olurmusun? " diye bağırdı.Genç : " Bana arkamdan sıkıca sarılmazsan yavaşlamam " dedi.Kız sarılmıştı ama genç yavaşlamıyordu.Kız tekrar : " Sevgilim biraz yavaş ol" diye bağırdı... Genç : " Bana - Seni Seviyorum - diye bağır " dedi.
 Kız bağırdı ancak genç çok az olsun yavaşlamıyordu.Paniğe kapılan kız yalvarmaya basladı ancak çocuğun son bir isteği daha vardı: " Kasketimi çıkar ve tak başına yoksa durmam... " Kız bu isteği de yerine getirir ama genç durmaz.Sonunda kaza yaparlar.... Olay Yeri incelendikten sonra iş aydınlanır...
 Frenlerin tutmadığını farkeden genç son kez sevgilisinin onu sevdiğini duymak ister.Onun son kez kollrına girmek ister ve sevgilisinin ölmemesi için kasketini ona verir.Ve kız kurtulur onu ölümü pahasına seven sevgilisi sayesinde...Genç Adam ise canını vermiştir şu hayattaki tek varlığı için...




Aşk Engel Tanımaz. 

Hakan ve Hülya adında iki genç varmış. Kız güzelmi güzel genç yakışıklı mı yakışıklıymış bu iki genç birbirlerini sevmiş ve bir flort döneminden sonra evlenmeye karar vermişler. 

İkisinin durumu iyi ve zengin ailelerin çocuklarıymışlar ve sonunda Hakan ve ailesi Hülya’yı istemeye gitmişler. Nişan yüzükleri takılmış ve evlilik günleri belirlenmiş. Bir gün Hakan Hülya’yı aramış kız telefona bakmış ” Aşkım ne yapıyorsun” demiş. 

Kız yemek yaptığını yemek yiyeceğini söylemiş. Hakan “aşkım yemeğini yedikten sonra seni almaya gelecem birlikte sinemaya gideriz iki tane bilet aldım” demiş. Kız “tamam aşkım gidelim” demiş ve telefonu kapatıp yemeğe devam etmiş. Tam o sırada tüp patlamış bütün tüp parçaları Hülya’nın vücudunu delik deşik etmiş… 


Hastaneye yoğun bakıma kaldırmışlar. Hakan koşa koşa hastaneye gitmiş. Hülya onunla görüşmek istememiş. Çünkü suratı yanıktan öyle iğrenç bi hal almış ki yüzüne ve vücuduna bakınca insan iğreniyormuş. Annesi Hülya’nın yanına gelmiş ve “kızım Hakan perişan bir halde neden onu görmek istemiyorsun ” demiş. Kız “anne sen böyle yüzümün haline bakmaya iğreniyorsun o nasıl baksın.
 Söyle ona beni güzel halimle hatırlasın herşey bittisakın beni aramasın”. Anne kızın dediklerini çocuğa aynen iletmiş. Çocuk üzüntüyle hastaneden çıkmış ve arabasını süratle kullanmaya başlamış ve trafik kazası geçirmiş kör olmuş. Annesi tekrar kızın yanına gelmiş ve Hakan’a olanları anlatmış. 

“Artık evlenmeniz için hiç bir mani yok artık birbirinize destek çıkmalısınız, bak hem artık istesede seni göremez” demiş. Bunun üzerine kız Hakan’la evlenmiş. İki tane çocukları olmuş ve yıllar sonra Hülya kalp krizinden ölmüş. Öldüğü gün çocukları anlamışlar ki babaları kör değilmiş ve aslında hiç kör olmamış.



Aşk Yakıştı Bize.

Gözlerim gözlerinin üzerinde, gözlerim bir maviligin pesinde. Ne varsa geçmise dair hepsini atmısım.
 Bir seni almısım yanima, bir de sevdami, mavilige dalmısım.

Gerçek nedir, ya hayal, unutmusum hepsini…
 Bir sana sariliyorum, bir sana…Bir de yildizlar örtüyor üzerimizi.Her biri ask dolu mavi yildizlar…Teninden yayilan sicaklik deliyor gecenin karanligini… 

En gerçek sey, tek gerçek sey sensin simdi…Senden öncesi yoktu sanki, sonrasi da olmasın.
 Tenlerimiz bu atesi beslerken ve askin maviligine tutkunum kirmizisini eklerken ruhlarimiz da birlessin. Bir olalım, tek olalım, biz olalım, varsın kimse bilmesin. İlan etmeye gerek var mi bu coskuyu ? İlle birileri bilmeli mi yüregimizdeki uçarı kusları ?


Sevmek yetmesin bize, birlessin dudaklarimiz ve hiçbir söz o ani anlatmaya yetmesin.Sadece kendi istegimiz için, içimizden geldigi gibi öpüslere süsleyelim anlatması mümkün olmayan bu sevdamızı. 

İki kalbin arasına özlem girmesin. Yalnız günlere, yalnız geceler inat özlemek sözlügünü çikaralım askımızın lugatından. Özlem askın parçasıdır bilirim, asık olmayan özlemeyi de bilmez bilirim ama, varsın bu sefer de böyle olsun ne dersin ? Özlemi kilitleyip bir sandıga, Anahtarını atıverelım denize ne dersin?

Yorgun düsünceye dek sevelim birbirimizi… Birbirimizi görmeyi engelleyecek diye uyumayalım geceleri… Her zaman sanki ilk görüsüyor gibi heyecanla, son kez görüsüyor gibi bırakmamacasına sarılalım birbirimize… Komik seyler söyleyelim, gülelim…”Ya biterse bu güzel sey”diyelim, üzülelim.
 Unutalım zamanı, o anın içinde durup kalalım, Yasayalim sevgilim, yasayalım.Kendimiz için, askımız için yasayalım…

Bize dayatılan senaryoların degil, sevdamızın oyuncuları olalım.Her zaman aynı parıltıyla baksın gözlerimiz birbirimize… Seninle olmak yasamın bana verdigi en büyük mucizelerden biri.Mucizelere inanmayan ben, simdi bu mucizeyle yasamaya alıstım.

Bir kez kondu yüregim yüregine. Anla beni ve tut elimi… Yürüyelim birlikte bu sevdanın yolunda.Bu ask bize çok yakisiyor yar, yakısanı üzerimizden çıkarmayalım.. ! ! !


ORHAN ÖLMEZ - YASA DIŞI.




Herşey uygundu,herşey uyumluydu
 Seninle birlikte herşey mümkündü.
 Sanki dünyanın en güçlü insanıydım
 Seninle birlikte dünya çok küçüktü.




 Zor değildi gülümsemek
 Dertleri küçümsemek
 Yangının ortasından
 Yanmadan yürümek




 Sanki senden sonra herşey yasa dışı
 Herşey illegal,herşey suç unsuru
 Senden sonra dünya kapkaranlık ve kocaman
 Sanki yangın yeri,sanki suç mahali







Orhan Ölmez - Damla Damla.



Damla damla aksam sana
 Doldurur musun kalbini benimle
 Yoksa sen de taşıyamaz da
 Döker misin beni yerlere

 Yağmur olsam yağsam sana
 Islatır mısın kendini benimle
 Yoksa sen de dayanamaz da
 Kaçar mısın en kuytu yerlere



 Ya da bir gün düşsem kalsam
 Yaşamaktan bir an yorulsam
 En karmaşık hallerimde
 Kalır mısın benimle birlikte



 Yoksa sen de dayanamaz da
 Kaçar mısın bambaşka ellere

 İyi günümde kötü günümde
 Hayatımın her yerinde
 Aşk denilen bu resimde
 Durur musun benimle birlikte

 Yoksa sen de dayanamaz da
 Gider misin bambaşka düşlere...



 Seviyorum seni desem
 Sever misin sen de bilmem
 Tutar mısın ellerimden
 Sana doğru düşersem

 Gözümün nurusun desem
 Sever misin sen de bilmem
 Tutar mısın ellerimden
 Sana sonsuz güvensem